Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Zaten bir üyeliğiniz mevcut mu ? Giriş yapın
Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Üyelerimize Özel Tüm Opsiyonlardan Kayıt Olarak Faydalanabilirsiniz
Europa ‘daki Çizgiler Ne Anlama Geliyor?
Europa Buz Gezegeninde Yaşam
1995 yılında Galileo adlı bir uzay aracı Jüpiter’i keşfetmek için uzaya çıktı. Bu keşif, yalnızca Jüpiter’i değil, ayrıca onun uydularını da kapsamaktaydı. NASA, bu uydulardan en çok Europa isimli uyduya dikkat kesilmişti. Bu gezegenin yüzeyi, kan kızılı çizgilerden oluşmaktaydı ve bu, gezegenin ilgi çekici olmasını sağlamıştı. Hatta bu çizgiler, Dünya üzerindeki otobanlara şaşırtıcı derecede benzerlik göstermekteydi. Bu keşfin ardından bilim insanları, gizemli kızıl çizgileri açıklayabilmek için çalışmalara başladılar. 2001 yılında NASA bilimcisi Brad Dalton, bu bulmacaya açıklık getirmek adına çalışmaya koyulan isimlerden birisiydi.
Dalton’a göre, Dünya üzerinde de bazı böyle kızıl-kahvemsi renkleri verebilen bazı yaşam formları bulunmaktaydı ve bazı mikropların gezegene bu rengi verebileceğini düşündü. Europa’nın ay lezyonlarından infrared kimyasal işaretler ölçtü. Ve bunları Yellowstone’daki gayserlerde yaşayan örnekler ile karşılaştırdı. Pozitif bir sonuçla karşılaşılınca gezegende hayat bulunduğuna dair delil sağlanmış oldu. Ancak bazı bilim insanları Dalton’ a katılmadı, onlara göre bu işaretler, kimyasal bir maddenin yani sülfürün varlığını göstermekteydi. NASA, Dalton’ u haklı çıkartmak için Europa’nın çamursu çatlaklarında canlı yapıtaşı bulma arayışına girdi.
Bu arayışın temeli ‘’sıvı su’’ bulmaya dayalıydı. 20 yıllık toplanan verilere göre ise gezegenin buz kabuğunun altında devasa bir okyanus bulunduğu belirtilmekteydi. 2013’te ise daha fazla kanıt toplanmaya başlanmıştı. NASA’nın Hubble teleskobu, Europa’nın gayserlerinden su fışkırdığını tespit etti. Bu hayret verici çalışma ile, Europa’da yaşamın bulunması ihtimali artsa da hala, Europa’daki şartların insan yaşamını desteklediğini söylemek mümkün değildir. Ekstremofil adını verdiğimiz canlılar, Dünya üzerinde, çok çılgın şartlarda bile yaşamayı sürdürebilen canlılardır. Ve hatta tıpkı Europa’nın yüzeyindeki gibi kızıl çizgiler oluşturabilmektedir.
Tüm bunlar, gezegen üzerinde ekstremofil canlılar yaşayabilir mi sorusunu akla getirse de gezegenin alt tabakasındaki devasa okyanusta yaşamın bulunabileceğine dair inançlar daha kuvvetliydi. Okyanus, karanlık oluğundan fotosenteze imkan vermese de derin menfezlere sahip olduğundan tıpkı Dünya’da olduğu gibi o çatlaklarda bazı canlılara yaşama imkanı verme ihtimalinin olduğu düşünüldü.
Mayıs 2007 yılında, NASA’nın Hubble teleskobu Dünya’dan 63 ışık yılı uzaklıkta bir gezegen keşfetti. Bu gezegenin bir de atmosferinin olduğunun keşfedilmesi ile bilim insanları gözünü bu gezegene dikti. Bu insanlardan birisi, Mark Swain’di. Gezegenin atmosferinin kimyasal yapısını keşfetmeye koyulan Swain, onun yıldızından gelen ışığın dalga boylarını da inceledi. Atmosferin kimyasal yapısının onun spektrumunu belirlediği bilinen bir gerçek olsa da Swain’in buluşu buna ters düşer nitelikteydi. Swain, spekturumun başka bir kısmı olduğunu, farklı bir ışık renginin var olduğunu ve çizgilerin de hiç beklediği gibi olmadığını buldu. Bu spekturumu ortaya çıkaran molekülün metan olduğunu kabul etti ve böylelikle yeni bir soru işareti daha belirdi.
Metan oraya nasıl gitmişti? Metanın varlığı, orada yaşam olabileceğine dair umut ışıkları yakmıştı. Gezegenin, Güneş etrafında dönen bir uydu olması, Dünya’mıza çok benzemesi de bu merakı arttıran sebeplerdendi. Dünya’nın atmosferinde de metan olduğu bilindiği için bilim insanları, heyecanlı bir kanıt arayışı içerisine daldı. Gezegenin rengindeki incelemeler ise metanın varlığının jeolojik bir kazadan daha öte bir şey olduğunu ileri sürdü. Aynı Dünya’daki gibi mavi bir gökyüzüne ve bulutlara sahip olan gezegen, bu özellikleri ile bilim insanlarını gerçek anlamda heyecanlandırmıştı.
Bilim insanları, gezegen mavi olduğu için acaba Dünya’ya benziyor mu diye düşünmeye ve bu anlamda kanıtlara rastlayabilmek adına çalışmalar yürütmeye başladılar. Her ne kadar bizim gezegenimiz ile çarpıcı benzerlikler ortaya çıkarsa da bu gezegenin, Dünya’mız ile hiç de benzer olmayan bir özelliğe sahip olduğu göze çarpmıştı. Gezegen Güneş’e , Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığından 30 kat daha yakındı.
Gezegendeki gündüz ve gece sıcaklıkları 2000 dereceyi buluyordu. Bu, Dünya’daki en sıcak yerlerden 14 kat daha sıcak demekti. Bütün bunlar bize, gezegende, bildiğimiz türden hayat olmadığına işaretti. Fakat bizim bilmediğimiz, keşfedilmeyi farklı yaşam türleri olabilir ve bu canlılar bu koşullara ayak uydurabilir. Ve belki de, bu gezegenlerde, bildiğimiz türden olmasa da yaşam bulunabilir.
Yorum Yaz